UÇANKUŞ İHBAR HATTI: Whatsapp Telefon: 0 532 472 88 88 E-Posta: haber@ucankus.net Haber Merkezi: 0212 283 54 54

TV YAZARLARINDAN SEÇMELER! "ASLA VAZGEÇMEM"

TV yazarları bugünkü köşelerinde yine oldukça önemli ve dikkat çeken konulara değinmişler. İşte sizin için derlediğimiz yazılar…

TV YAZARLARINDAN SEÇMELER! "ASLA VAZGEÇMEM"

MESUT YAR- POSTA


ASLA VAZGEÇMEM!

Survivor’da (tv8) adadan ayrılan isim Yiğit oldu. Doğrusu çok da şaşırmadım. Program şu an için şaşıracak şeylere yüklenmedi...

Ama ben işlere daha sonuç odaklı bakıyorum. Mesela, “Haziran sonunda büyük finale kim kalır?” gibi...

Orası daha net değil ama büyük final yolunda kesinlikle gözden çıkarılmayacak beş tip var. “Kimse vazgeçilmez değildir” gibi bir düşünce bu oyun için söz konusu bile değil...

Mesela Erdi, mesela Eser, Mesela İlhan Mansız, mesela Volkan, mesela Furkan. Ben olsam ve reyting odaklı bir iş yapıyorsam bu makinelerden asla vazgeçmem...

Ha, belki bu beşli içinden bir kurban veririm ki o da sanırım diğerlerine göre daha az polemik ve aksiyona giren Furkan olur. Net!

Anlayışsızın feriştahı!

Biri bana Kalbimdeki Deniz (FOX) dizisindeki Deniz bacımızın ne yaptığını söyleyebilir mi?

Hikayenin başından beri kendisine şiddet uygulayan Alihan’la, yaptığı kötülük kalmayan Fikriye ile, yanından ayırmadığı şer makinesi Hülya’yla her türlü empatiyi yapabilen Deniz, söz konusu Mirat olunca anlayışsızın feriştahı oluyor!

Buradan hareketle biz izleyiciler olarak hep kötülerin, şiddetin, yalanın ve entrikanın kazandığı hissine kapılıyoruz...

Zaten bu tiplerden hayatımızda yeterince var. Kalbimdeki Deniz bir dizi de olsa takipçilerini ismi gibi ferahlatamaz mı? En azından Deniz, sorgusuz sualsiz verdiği infaz kararlarından vazgeçebilir mi? En azından diyorum bak!

O ZAMAN OYNA KARDEŞİM

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde okuyan bir genç önceki akşam Kim Milyoner Olmak İster (atv) isimli yarışmaya katıldı...

İlk soruda “Bir bardak suda...” diye başlayan betimlemenin devamı soruldu. “Fırtına koparmak” yanıtı önündeydi ama hiçbir fikrinin olmadığını söyleyip izleyici jokerini kullandı...

Olabilir, heyecanlanmış olabilir. Ama olamaz, sosyoloji gibi bir toplum bilimine girebilecek sevda ve zekaya sahipse bu joker hakkı meselesi kabul edilemez!

Neyse. Bu arada Murat Yıldırım kardeşime bir not; herkes seni yerden yere vururken ben “zamanı var” demiştim...

Hâlâ aynı görüşteyim ama sen de bu fikrime bir destek at. Şu yarışmacıdan daha heyecanlı olan hallerin için bir çözüm bul kardeşim. En kötü, rahat ve bilge bir adamı oyna. Sen oyuncu değil misin; yap şunu artık!

Rakip çok kalabalık!

Anne (Star TV) dizisi, Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz (atv) ile girdiği rekabette geriye düştü. Nedenleri birden fazla elbet...

 

Mesela bu dizide yan hikayelerde ciddi bir cimrilik söz konusu. Hikayenin tümü bir pinpon topuna dönen Turna’nın etrafında dönüyor. Ve çevresinde izlenebilecek üç yan hikaye var...

Zeynep ile öz annesinin ilişkisi, bir. Şule ile Cengiz’in ilişkisi, iki. Zeynep’i evlat edinen ailenin iç hikayeleri, üç! Buna karşılık Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz’da sadece Hızır Çakırbeyli’nin şürekâsı ordu gibi. Hepsinde de birden çok hikaye var. Bazen izleyiciyi çeken o yan hikayelerin bizzat kendisi oluyor...

Yani ortada rekabeti zor bir rakip var; Anne başta olmak üzere Survivor ve diğer salı işleri için!

SULTAN DÜŞTÜ!

Muhteşem Yüzyıl Kösem’in (FOX) salı gecesine taşınmasının orta vadeli bir intihar vakası olduğunu söylemiştim. Çok da yanılmadım. Dizi geceyi toplam izleyicide 65’inci olarak noktaladı...

Eğer TRT gibi bir kamu kanalında yayınlanıyor olsaydı sezonu sorunsuz bitirebilirdi ama FOX’un bu büyük prodüksiyonu sadece yabancı ülkelere satış gelirlerinden dolayı sırtında taşıması imkansız....

Ama çok bağlayıcı bir sözleşme varsa kanal ikinci 13 bölümün sonuna kadar dayanır. Sonrası kehanet bile değil! Bu arada salı cehennemine taşınan Sevda Kuşun Kanadında (TRT 1) isimli dizinin reytinglerinde düzelme bekleyen kim varsa, özet yanıt yukarıdaki paragraftadır...

 

MEVLÜT TEZEL- SABAH

TEŞEKKÜRLER KUYU TÜRKİYE İÇİN UMUT OLDUN

Beykoz'da kuyuya düşen yavru köpeğin 10 gün sonra büyük uğraşlarla kurtarıldığı anda kameraya yansıyan görüntüler muhteşemdi.

Kurtarma ekibinin 'Oley be' deyişi, köpeği kucağında tutan adamın yüzündeki gülümsemeyi izlerken gözlerim doldu. Köpeğe Kuyu adı verilmesi de güzel.

Kuyu'nun önce Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi öğrencilerinden oluşan FRC Robotik Takımı'nın hazırladığı robotik kolla kurtarıldığına dair haberler çıktı. Daha sonra Beykoz İtfaiyesi, AFAD, Zonguldak Türkiye Taş Kömürü Kurumu(TTK), hayvan hakları savunucuları ve Beykoz Belediyesi ekiplerinin iş birliğiyle kurtarıldığı ortaya çıktı. Olsun, o liseli pırlanta çocukların Kuyu'yu kurtarmak için robotik kol kullanmaları bile muhteşem bir olay. Teşekkürler çocuklar, sizinle gelecek için daha umutluyuz şimdi.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'ın Kuyu'yu kurtarmaları için TTK'ya talimat vermesi de güzel bir hareketti.

Kuyu'ya da teşekkürler; 10 gün iyi direndi, onun hayatta kalması diğer hayvan dostlarımıza iyi davranılmasına ilham kaynağı olacak. Kuyu'nun kurtarılması, hayvan hakları için mücadele edenler için de müthiş bir PR oldu.

Bu olaydan sonra bazı belediyeler köpek zehirlemeyi bırakırlar herhalde. Kedi ve köpekleri besledikleri için hayvanseverlere saldıranlar da Kuyu'nun kurtarılmasından ders çıkarırlar diye düşünüyorum.

Sosyal medyada günlerdir Kuyu'nun konuşulması, milyonlarca insanın Kuyu'nun kurtarılmasını beklemesi, devlet, millet ele ele verip Kuyu'nun kurtarılması vs. hayat ne garip değil mi; kutuplaşmış bir ülkeyi kuyuya düşen bir köpek birleştirdi.

İyi ki varsınız güzel insanlar, bu ülke sizinle daha güzel, geleceğe daha umut dolu bakıyor.

Teşekkürler Kuyu...

BALIK YERİNE MİKRO-PLASTİK YİYORUZ

Restoranda önünüze nefis kızarmış bir balık geliyor. Balığı yerken hem lezzetli, hem de sağlıklı diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz!

İsveçli araştırmacılar; denizlerdeki genç balıkların plastiğe bağımlı olduğunu açıkladı.

Dünyada her yıl 8 milyon ton plastik madde denizlere atılıyor. Güneş ışınlarına ve kimyasal çürümeye maruz kalan plastik parçaları, dalgaların da hareketiyle çok ufak parçalara ayrılıyor.

5 mm.'den küçük parçalara mikro-plastik adı veriliyor.

İşte genç balıklar, tıpkı çocukların abur cubur yemesi gibi bayılıyorlar mikro-plastik yemeğe.

Mikro-plastiği doğal gıdalara tercih eden balıklar, daha küçük bünyeli ve daha yavaş hareket ediyorlarmış ve avcı balıklara daha kolay yem oluyorlarmış. Böylece büyük avcı balıklar da plastik yemiş oluyor.

Özetle Omega 3 deposu balıklardaki mikro-plastik oranı her geçen gün artıyor.

Geldiğimiz noktaya bakar mısınız? Denize attığımız çöpü yemeye başladık artık!

Araştırmalara göre 2050 yılında denizlerde balıktan çok plastik madde olacağı söyleniyor ama markete gittiğimizde en küçük bir ürün bile poşete konuyor. İnsanlar daha fazla poşet torba için kasiyerlerle atışıyor. Hayatın temeli suyu tüketirken bile doğayı plastiğe boğuyoruz.

Dünya Ekonomik Forumu açıkladı; dünyadaki üretimin yüzde 26'sı plastik ambalajlı. Yıllık 81 milyon ton plastik ambalajlı ürün piyasaya sürülüyor. En kötüsü de bu ambalajların yüzde 95'i tek kullanımlık.

Öte yandan plastiğe karşı bilinçlenme artıyor, özellikle Avrupa ülkeleri plastik kullanımını azaltmak ve geri dönüşümü artırmak için sürekli projeler üretiyor. Bazı Avrupa şehirlerinde poşet kullanımı yasak. Türkiye'de de plastiğe karşı mücadele başlatılmalı. Bütün marketlerde plastik poşet parayla satılmalı, bir sonraki adım ise plastik poşet kullanımının yasaklanması olmalı. Elbette bu kolay bir geçiş süreci değil, plastik hayatımızın her alanında var ama en azından turistik bölgelerde plastik poşet kullanımı yasaklanmalı ve geri dönüşüm projelerine daha fazla kaynak ayrılmalı. Gelecekte çocuklarımızın balık diye plastik yememesi için harekete geçmeliyiz.

GALATASARAY ŞAMPİYON OLURSA ŞAŞIRMAYIN

Galatasaray'ın sezon ortasında Karabükspor Teknik Direktörü Tudor'la anlaşması etik mi diye tartışılıyor.

Elbette Karabükspor'un sezon ortasında hocasız bırakılması, Tudor'un takımını yüz üstü bırakması büyük ayıp. Ancak futbolda büyük bir yozlaşma içinde olan Türkiye'de etik olmak çok da değer verilen bir kavram.

Galatasaraylılar da 'Fatih Terim'i sezon ortasında bizden almışlardı' diyorlar.

Haklılar, Terim milli dava için takımını bırakmıştı ama sonuçta Galatasaray sezon ortasında hocasız kalmıştı.

Karabükspor Başkanı Ferudun Tankut "Telefonla bile aramadılar, Tudor'un gittiğini basından öğrendik.

Hocayı ayartıp hırsızlık yaptılar" diyor. Ah be başkan çok naifsiniz; sözleşmede 150 bin Euro yerine '1.5 milyon Euro'ya gider' maddesi koysaydınız bakın o zaman Dursun Özbek, günde kaç kere arıyordu sizi. Elbette Özbek en azından Tudor'la anlaşmadan önce nezaketen aramalıydı Tankut'u, anlaştıktan sonra "Aradım, açmadı" demek bu ayıbı örtmez.

Asıl tartışılması gereken bir hocanın kendisine inanmış oyuncuları, taraftarı ve bir camiayı güzel bir teklif gelince anında yüzüstü bırakmasıdır.

Bunu yapan bir hocaya hangi futbolcu inanır, güvenir? Etik tartışmasını bir tarafa bırakırsak, Galatasaray yönetimi mevcut şartlarda en ekonomik, en doğru hamleyi yaptı. Bu hamle Galatasaray'a şampiyonluk bile getirebilir. Galatasaray'da 2014/2015 sezonunda Prandelli-Hamzaoğlu, 2007/2008'de ise Feldkamp- Cevat Güler değişiklikleriyle iki kez şampiyon olmuştu!

 

CENGİZ SEMERCİOĞLU- HÜRRİYET

Köprüye reklam verecek var mı?

Bizde reklam panolarının çok olduğunu, her tarafın billboard’lar, raket reklam panoları ve duvar reklamlarıyla dolu olduğunu söyleyip duruyorum ya...

Köprüye reklam verecek var mı

Reklam dünyasından daha kötü bir haber geldi...

Yeni bir teknolojiyle büyük binaların yanına dev reklamlar verilebilecek artık...

İnternet sitelerindeki flaş reklamlar gibi büyük binaların ve tarihi yapıların yanları da reklam alanları olarak kullanılacak.

Sokaklara, meydanlara lazer teknolojisiyle devasa imajlar yerleştirilebilecek...

Eyfel Kulesi boyunca Nike reklamı...

Ya da 15 Boğaz Köprüsü’nün altından denize kadar inen devasa bir ilan yayınlanabilecek...

Şehirlere lazer ve led teknolojisi kullanarak yapılacak bu sanal panolar reklam dünyasında yeni bir dönemi başlatacak.

Her tarafımız, her binanın yanı, her tarihi alan görünüp-yok olabilen dev pop-up reklamlarla dolacak.

Bir nevi sanal billboard’lar bunlar...

Etrafımızda az reklam panosu vardı ya bir de bunlar eklenecek.

Modern dünyada kafamızı nereye çevirsek reklam, nereye dönsek bize bir şeyler satmaya çalışan panolar var...

Şimdi bir de buna dev sanal reklam alanları eklenecek.

İstanbul’u ve bunu gelir kapısı yapacak belediyeleri düşünmek bile istemiyorum.

Geçenlerde yazmıştım, bir reklam vermediğiniz yer sırtımız kaldı diye...

Hızla o da gerçekleşecek galiba...

Kelebek farkı…

Tolgahan Sayışman’la Almeda Abazi’nin Los Angeles’taki düğünleri bütün gazetelere haber oldu.

Herkes düğünün ayrıntılarını verdi.

Ama Kelebek, Mahsun Kırmızıgül’ün aynı otelde ve aynı tarihte evlendiğini yazarak bir adım öne geçti.

Ben de bir katkı yapayım.

Beverly Wilshire Hotel, meşhur “Pretty Woman” (Özel Bir Kadın) filminin çekildiği yer.

Julia Roberts ve Richard Gere’in oynadığı filmden sonra bu otel bütün dünyada meşhur oldu, Hollywood’a giden turistler filmi biliyorsa ya bu otelin önünde fotoğraf çektirir ya da kafesinde oturup bir şeyler içer...

Almeda belli ki düğünün de Özel Bir Kadın filmi gibi romantik olması için burayı tercih etmiş...

Tolgahan demiyorum çünkü düğün işinde her şeye karar veren kadındır.

Zor olan güven inşa etmek

Türkiye bir futbol şampiyonasını Avrupa’da bugüne kadar ev sahipliği yapmış pek çok ülkeden daha iyi organize eder...

Hele bu kadar yeni stat yapmışken haydi haydi eder...

Hele 2024’e kadar önümüzde eksiklerimizi tamamlayacağımız 7 yılda daha varken kesinlikle eder...

Ama gel gör ki önümüzde bir terör ve güvenlik belası var...

Dünyanın en iyi statlarını inşa etsek de bu sorunları çözemediğimiz sürece bize kimse uluslararası bir turnuva vermez...

Eylül 2018’de Euro 2024’ün ev sahibi açıklanacak, önümüzde var 1,5 yıl...

Statlardan sonra güven inşa etmemiz gereken 1,5 yıl...

Yoksa Avrupa Futbol şampiyonası yine hayal olur.

Keşke Türkiye’de her mesele böyle tartışılsa

 

Zafer Algöz önceki sabah Star’da bizim programa konuk oldu, “17 milyon da izlense bir Recep İvedik filminde oynamam” dedi...

“Şahan’ın kişiliğine değil bu eleştirim, bana hitap eden bir komedi anlayışı yok Recep İvedik’in, hiçbir esprisine gülmüyorum” diye de ekleyerek...

Bu görüşe katılırsınız, katılmazsınız... Tam da o akşam Recep İvedik 5’in galası vardı, muhabirler bu konuyu sordular Şahan Gökbakar’a...

Kameralar karşısında da olgun davrandı ama daha sonra Instagram’da konuyla ilgili yaptığı yorumlara bayıldım...

“Zevkler ve renkler bu kadar farklı olduğu için dünya bu kadar güzel.

Ne şanslıyız ki milyonlarca insan hep beraber kahkaha atabiliyoruz. Gülünecek çok şey var illa ki Zafer Algöz’ü de yakalarız bir filmimizle... Seviyorum herkesi” dedi Şahan...

Daha sonra da şunu ekledi:

“Zafer Algöz Türkiye’nin en yetenekli oyuncularındandır. Recep olmasa da başka bir filmde oynarız inşallah...”

Aile kurmak, baba olmak, kendine güvenmek, yaş almak Şahan’a büyük bir olgunluk getirdi...

Eski Şahan olsa, Zafer Algöz’ün bu sözlerinden haftalarca konuşulacak bir kavga çıkarırdı...

Şimdi çok daha olgun, çok daha güvenli, çok daha anlayışlı...

Bu meseleyi böyle gürültüsüz, patırtısız konuştukları, karşı tarafı anlamaya çalıştıkları, kırmamaya özen gösterdikleri için hem Zafer Algöz’ü hem Şahan Gökbakar’ı tebrik ediyorum... Zafer Algöz, Şahan’ı kollayarak Recep İvedik’le ilgili bir fikrini söyledi...

Şahan buna karşılık, “Madem Recep’i beğenmiyor başka bir filmde birlikte oynarız” diyerek olgunluk gösterdi...

Daha ne olsun...

Keşke Türkiye’de her mesele böyle tartışılırsa...

Son Güncelleme: 3.05.2020 15:14:13